
Faili meçhul cinayetlerin kurbanlarından biride gazeteci yazar Ahmet Taner Kışlalı olmuştur. Gazeteci cinayetleri maalesef ülkemizde sık sık yaşanan bir durumdur. Ahmet Taner kışlalı 10 Temmuz 1939 yılında Zile’de dünyaya gelmiştir. Cumhuriyet gazetesinin en tanınmış yazarlarından biri olmuştur.
Kışlalı’nın babası Ziraat Bankası veznedarı Hüsnü Bey, annesi ise Kilis Kemaliye İlkokulu’nda öğretmen olarak görev yapan Lütfiye Hanım’dır. 1951 yılında Kilis Kemaliye İlkokulu’ndan sonra, Kilis Ortaokulu’nu ve 1957 yılında da Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirmiştir. Kabataş Erkek Lisesi’nden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanmış olan Ahmet Taner Kışlalı, bir yandan okurken bir yandan da Yeni Gün gazetesinde spor muhabirliği yapmıştır. 1962-1963 yılları arasında Yenigün Gazetesi’nde yazı işleri müdürlüğü de yapmış olan Kışlalı, Paris Üniversitesi’nde anayasa hukuku ve siyaset bilimi dalında “Modern Türkiye’de Siyasi Güçler” başlıklı doktorasını yapmıştır. Fransa’da tanıştığı Bordo’lu Nicole (Nilgün Kışlalı) ile 1968 yılında evlenen Ahmet Taner Kışlalı’nın, bu evlilikten Altınay ve Dolunay adında iki kızı olmuştur. Siyaset sosyolojisi alanında Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmış olan Kışlalı, askerlik dönüşü üniversiteye kabul edilmemiş, bundan dolayı Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geçmiştir. 1972 yılında doçent olan ünlü gazeteci, 1971-1977 yılları arasında Yankı dergisi’nde yazmış olduğu yazılarla CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in dikkatini çekmiş ve 1977 yılında CHP’den İzmir milletvekili seçilmiştir. 1978 yılında Bülent Ecevit hükümetinde kültür bakanı olarak görev yapmıştır. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde siyaset bilimi dersleri vermeye başlayan Ahmet Taner Kışlalı, 1988 yılında profesörlüğe yükselmiştir. 1991 yılı sonunda Cumhuriyet gazetesinde “Haftaya Bakış” başlığı ile köşe yazıları yazmaya başlayan Ahmet Taner Kışlalı, 1995 yılında Antalya yolunda geçirmiş oldukları trafik kazasında eşini kaybetmiştir. 1997 yılında Nilüfer Kışlalı’yla ikinci evliliğini yapan Kışlalı’nın bu evlilikten üçüncü kızı (Nilhan Nur) dünyaya gelmiştir. Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 günü, Ankara’da evinin önünde saat 09.40’da uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Akit gazetesi suikastten önce hakkında bir haber yapmış ve Kışlalı’nın üzerine çarpı atılmış fotoğrafını manşetten vermişti.
Ünlü gazeteci Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 tarihinde saat 09:40’da Cumhuriyet gazetesine yazmış olduğu son yazısını faksladıktan yaklaşık 19 dakika sonra evinden çıkmıştır. 06 GK 377 plakalı aracına yönelen Ahmet Taner Kışlalı, arabasının üstüne silecek ile kaput arasına konulmuş olan poşete sarılı paketi alıp sol eliyle kapıyı açtığı sırada büyük bir patlama olmuştur. Sol kolu kopmuş olan Kışlalı site bekçisi Arif Emirhan Kılıç tarafından Bayındır Hastanesi’ne götürülmüştür. Kışlalı’nın kalp koroner atışı durmuş, nabzı hızlanmış ve bilinci tamamen kapanmış bir şekilde Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirilmiştir. Operatör Dr. Hasan Karakış tarafından yapılan muayenede öldüğü tespit edilmiştir. Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Ahmet Taner Kışlalı ölümünden sonra 1999 yılında Sertel Demokrasi Ödülü’ne layık görülmüştür.
Kışlalı’nın eserleri şunlardır:
1- Forces politiques dans la Turquie moderne (Modern Türkiye’de Siyasi Güçler) (AÜ SBF Yayınları, 1968)
2- Öğrenci Ayaklanmaları (Bilgi Yayınevi, 1974)
3- Siyaset Bilimi (İmge Kitabevi yayınları, 1987, 1990, 1994, 1996, 1997, 1999, 2000, 2003)
4- Siyasal Sistemler – Siyasal Çatışma ve Uzlaşma (İmge Kitabevi Yayınları, 1991, 1993, 1995, 1998, 2000, 2003)
5- Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği (İmge Kitabevi Yayınları, 1993)
6- Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi (İmge Kitabevi Yayınları, 1994)
7- Seçimsiz Demokrasi (Çağdaş Yayınları, 1995)
8- Bir Türkün Ölümü (Ümit Yayıncılık, 1997)
Bedri Baykam
Ziraat Bankası veznedarı babası ve öğretmen annesi, Tokat’ta doğan bebeklerini o kadar hatasız yetiştirmiş ki… Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirip Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne giren Kışlalı, Paris Üniversitesi’nde Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi doktorası yaptı. O tılsımlı devrimciliğin tavan yaptığı 1968 yılında, Bordeaux’lu Nicole’e aşık oldu, iki çocukları dünyaya geldi. Gazetecilik, köşe yazarlıkları, genel yayın yönetmenlikleri birbirini takip etti; Kültür Bakanlığı yaptı. Demokrasiye, sosyalizme, eşitliğe, işçi haklarına inandı. Sosyal uçurumlara, sömürüye karşı mücadele etti.
Tanıştığımız anı hatırlayamıyorum. 1989-90 yılından itibaren mücadele hızla sertleşti. Ama bizler bunu biliyorduk ve bekliyorduk. Etrafımızda sıfatı “lider” olan ama bu kavramdan nasibini almamış insanlar, bizi temsil etmesi gereken partileri yönetir görünüyorlardı. Üç sol parti de koltuğunu korumaya çalışan insanlardan ibaretti. Onları birleştirme misyonunu üstlenenlerden biriydim, Kışlalı ilk imza verenlerdendi. Liderlerin duyarsızlığını dehşetle izliyorduk ve haftada 3-4 kere derin konuşmalar yapıyorduk. Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun ve sonra Uğur Mumcu cinayetleri, bizim gibi her şeyi göze almış Atatürkçüleri daha da yakınlaştırmıştı.
Tanıdığınız en iyi insanı düşünün; abartısız, güler yüzlü, sakin… Buna mükemmel bir yurttaş bilinci ve dürüstlük yerleştirin; ülkesinin ve evrenin tarihini araştırmaya tutkulu bir sosyal-bilim insanı kimliği ekleyin. Bunların ortasına da aşka, ailesine bağlı, duygu dolu romantik bir erkeği konumlandırın. Yetmedi… Adeta bir İngiliz lordunun ses tonunu, şıklığını, klas tavırlarını ve samimi mütevazılığını da ekleyin.
Kışlalı, 1994 Aralığında “Ödünsüz Laik Türkiye” kitabımın önsözünü yazmıştı. Kitap Nisan 95’te çıktı; sadece beş ay sonra, Antalya’ya giderken bir trafik kazasında büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi Nilgün’ü kaybetti. Yani Nicole’u… Çok ağır darbeydi sevgili Ahmet Bey için... Aramızdaki siyasi konuşmaların yerini taziyeler aldı. Hemen ertesi yıl babam Dr. Suphi Baykam’ın vefatında, bu sefer güzel sözlerle yaramı sarmaya çalışan, bana babamın gençliğindeki politik kimliğini anlatan Kışlalı’ydı.
Eşinin ardından yazdığı “Bir Türk’ün Ölümü” makalesi, gözümde basın tarihimizin en çarpıcı ve en duygusal metinlerinden biridir. Kışlalı daha sonra değerli Nilüfer Kışlalı ile evlendi, bir kızı daha oldu. Ocak 1999’da oğlumuz Suphi’nin doğumunda beni ve eşimi ilk kutlayanlardan biri yine aziz dostumdu. Mutlu bir dönem mi müjdelenmişti bizlere?
Atölyemde sakin bir öğleden sonra geçiriyordum ki, ani bir telefonla Kışlalı’nın saldırıya uğradığını öğrendim. Panik içinde televizyonu açtığımda, onu kaybettiğimiz haberini aldım. Dünyam başıma yıkıldı! 1990 yılının Muammer Aksoy’la başlayan ve birçok değerli ismi yok eden cinayet serisi, 1993’te Uğur Mumcu’yu kaybettikten sonra tam biraz duruldu diyorduk ki, bu korkunç felaketi yaşadık. Yine Ankara, yine sloganlar, yine kortej, yine tarihi bir cenaze…
Sosyalist düşünceden geliyordu, ama zamanın sarmalına takılan faturalar, onu Kemalizm’i değerlendirmeye yöneltmişti. Birçok kez bunun üstüne konuşmuştuk. Mealen ama eksiksiz aktarıyorum: “Gençliğimizde, Mustafa Kemal’i çok severdik, ama Sovyet Devrimi’nin daha önemli olduğuna inanırdık. Zamanla Mustafa Kemal’e olan hayranlığım daha da arttı ve esasında onun kurduğu rejim temellerinin çok daha evrensel ve kalıcı olduğunu anladım.”
Kışlalı ömrünün özellikle son on yılında çeşitli siyasi ajandalar üzerine yoğunlaştı. İlki Mustafa Kemal’i temelsizleştirmeye çalışan İkinci Cumhuriyetçiler ve “ancak sözde” ılımlı İslamcılarla mücadeleydi, kor-a-kor bir mücadele! Bu konuda birlikte çalışıyorduk; konuşmalar, makaleler ve kitaplar birbirini kovalıyordu. İkinci büyük mücadele ise Türkiye’de solu bir araya getirmek ve birbirini küçümseyen liderler ve onların hepsini küçümseyen sosyalist küçük partilerin kavgasına son vermekti.
Sevgili Kışlalı… Bugün “garp cephesinde değişiklik yok” diyemeyeceğim, ne yazık ki durum daha da kötüye gidiyor. Ama emin olun, mücadeleye var gücümüzle devam ediyoruz.
Sizi özlem, sevgi, saygı ve her zamanki gibi hayranlıkla anıyorum.
Cumhuriyet Gazetesi'nden alınmıştır